27 Eylül 2016 Salı

BİR HAYAT BİN BİR ANI


ANI 89

27 Eylül 2016

Nameste

Katmandu ikinci gün .

2002 yılında gittim Nepal,Hindistan , Siri Lankaya.

Bademciklerim şiş, ateşim var ama hava güneşli. Yürüyerek Durbar Meydanı yirmi dakikaymış. Sökük sırt çantamı onarması için resepsiyondaki çocuklara verdim Durbar (Saray Meydanı)yol tarifini aldım ve otelden ayrıldım.

Bisiklet ve motosikletlerin arkasına iki kişinin sığabileceği oturma yerleri bulunan araçlara Rikşa denildiğini okumuştum gelmeden önce. 

Bin yıllar önce Nepalin olduğu yerde bir göl gölün ortasında, üstünde bir tapınak olan ada varmış. Hem söylence hem de bilimin ortaklaştığı bu yaklaşımı Durbar Meydanında satılan Saligramlar kanıtlıyor. Dışı taşlaşmış siyah renkli, kırılınca içinden deniz kabukları çıkan fosillere Saligram deniyor. Fosiller on milyon yıllıkmış, ben anlatanın yalancısıyım. Saligramlar kutsal sembolleri taşıdığından tapınaklardaki her çeşit törende kullanılıyor.
Katmandu Bakhtapur ve Patan birbirine yakin üç tarihi kent, yıllarca birbirinin kanını akıtmış birbirinden esinlenmiş kimi zaman kıskançlık yarışına girişerek bu güzel eserleri yaratmış. Yin yan kısacası. Karşıtlar karışmış, iç içe, birlikte, kendi özünü de koruyarak.

Katmandu Nepalin en önemli kenti. Adını Durbar Meydanındaki Kastamanadap tapınağından almış. Dönemin kralı bu tapınağı yaptırdıktan sonra kent tapınağın çevresinde kurulup gelişmeye başlamış. Söylene söylene Kastamanadap Katmandu olup çıkmış. Vadiye kurulan bu kentin etrafı üç bin metreye kadar ulaşan dağlarla çevrili. İlk yerleşenler Newarlar. Hemen, hemen tüm tarihi kalıntılar Nepale altın dönemini yaşatan Malla hanedanından kalma.

Sabah serinliğinde giydiğim mevcut tüm tişörtler (topu, topu üç tane) ve üstündeki yegane kazağımla polar montum güneş vurdukca fazla gelmeye başladı, polarla kazağımı çıkarttım yürüyüp ısındıkça.
Cırlak yeşil tişörtümle daha az fark edilir durumdayım şimdi bu renk cümbüşünde.

Yürüye, yürüye, sora, sora Durbar Meydanına gittim. Saat ona geliyor yol boyu otuz kadar irili ufaklı tapınak var ve gelip geçenler hemencecik bir adım yanaşıp dinsel sembolleriyle kısacık ibadetlerini yapıp çanı çalıp tikalarını ezbere alınlarına kondurarak işlerine, yollarına, güne devam ediyorlar. Sağ el orta parmaklarını kırmızı boyaya batırarak iki kaşlarının ortasına yaptıkları işarete Tika deniyor. 
Tapınakların hemen hepsinde taze çiçekler var bazılarında pirinç gibi yiyecekler de adanmış.
Her tapınakta rengarenk çeşitli figürler var Şivadan Ganeşaya kadar ve hemen girişte bir çanağın içinde Tika için kırmızı toz boyalar; başlangıçta taze gün sonuna doğru etrafa bulaşmış ıslanmış.

Thamell’den Durbar’a kadar sokaklar yine kalabalık ama yaklaştıkça renkler solmaya, turist sayısı azalmaya başladı daha çok yerli halk var ve her sokak küçük iç içe karmakarışık görünen dükkanlardan oluşuyor. Sütten tütsüye, kumaştan bebek çıngırağına kadar her şey satılıyor bu sokaklarda. Yol boyunca tezgahlar, sokak lokantaları, dilenciler, sarili kadınlar akıp gidiyor.

Yol çok zevkli Sağda solda yöresel davul imalathaneleri var, taşıyabilsem almayı çok isterdim. Eski bakımsız sanki unutulmuş evlerin tahta oymalarının ince, zarif işciliği gözlerimi kamaştırdı inadına buradalar, inadına fark ediliyorlar.

İnsanların salına salına dolandığı Durbar Meydanına giriş paraylaymış turistler için. Giriş çıkış kapısı yok ama turistleri hemen tanıyorlar. Biletimi aldım bir usd otuz rupi, bilet iki yüz rupi. Bileti başka bir eğreti ofiste onaylatmak zorundaymışım, bana bir hafta kullanacağım geçiş kartı çıkardılar bu ofiste. Bir daha gelemeyeceğim halde kartı aldım. İlk gördüğüm pastaneye girdim, siyah çay özellikle belirtilmediyse dodualı çaydan getiriyorlar. Kek poğaça çayla kahvaltımı yaptım.

Elimde Turist danışmadan aldığım harita meydanı geziyorum, tapınaklar saraylar tarihi kalıntılar o kadar iç içe ki haritadan yerlerini bulmak için bir sonrakine hamle yaptığımda neredeyse bir sonraki yeri geçiyordum. Kırk civarında tarihi eser var bu küçücük alanda, geleli on dakika olmadı ama bir amca şimdiden bir kral kraliçe figürünü bana yarı fiyatına sattı bile. Pek inanmadım ama pahalı oluşunu “Yak kemiğinden” yapılması ile açıkladı, sanki daha çok polyester döküme benziyor. Ağırlığı bir kiloya yakın. Alsam bir türlü almasam bir türlü alsam kurtulacağım peşimden ayrılmayan amcadan ama bu seferde diğer satıcıları tetikleyecek bu. Birinden kurtuluyor öbürlerine yakalanıyorum. Sanki çok gizli değerli bir şeymiş gibi cebinden çıkardıkları Mandala vb çıkarıp çok ucuz çok deyip satmaya çalışıyorlar.




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder