ANI 93
1 Ekim 2016
Nepal Katmandudayım renkli giysileriyle boyalı yüzleri bellerine inen saçlarıyla Sadular gururla oturuyor lingamların önünde ve selamlaşıyoruz.
Sadular günlük ihtiyaçları kadar dilenirlermiş çalışmak günah.
Rikşayla Swayambunath
tapınağına gittim. Yolda misketleri duvardan sektirerek oynayan çocuklar “hello
hello” diye sesleniyorlar ve hemen poz veriyorlar.
Etraf tütsü kokuyor. Ciddi bir arama yaptılar tapınak girişinde ve Budanın altın sarısı kocaman heykeline ulaştım tepenin sonunda.
Etraf tütsü kokuyor. Ciddi bir arama yaptılar tapınak girişinde ve Budanın altın sarısı kocaman heykeline ulaştım tepenin sonunda.
Bir odada metalden
devasa dua çarkı etrafında daire şeklinde onlarca dua çarkıyla çevrelenmiş
sırayla dokunarak döndürüyorlar ve dua mırıldanıyorlar sonrasında çanı mutlaka
çalarak.
Etrafta bir sürü
maymun koşturup duruyor buraya maymunlu tapınak da deniyormuş.
Bordo giysileri,
usturaya vurulmuş, kafaları huzurlu yüzleriyle budist rahipler manzarayı
tamamlıyor. Ben de uyuyorum onlara, dua çarklarını çevirip vuruyorum çana.
Beyaz bir kubbenin
üstünde göğe yükselen stupanın altında dört bir yana bakan Buda’nın gören
gözleri.
Kubbenin üstüne
çıkarak dört bir yanı seyrettim bende evlerin çatıları balkonları renkli
eşyalarını bir bir kaydederek zihnime.
Bir süreliğine güneş
açmıştı içimi ısıtarak.
Bodhnat tapınağı
yakındı, bir önceki tapınağın havası vardı biraz daha küçüktü sadece.
Bir çeşit resim sanatı
tekniği olan Tankha bu bölgede yaygınmış hatta dünyanın en güzel tankhaları
burada yapılırmış. Bir kaç okul kalmış bu geleneği sürdüren. Israrlara
dayanamayarak küçük boyda maskeler ve iki duvar takvimi alıyorum el yapımı
kağıttan.
Jaıpurdan yazıyorum , internet kafeyi birbirine
kattı ufacık bir fare, ayağı kırılmış muhtemelen kaçamadı da zavallı sonra
küçük bir kız aldı götürdü fareyi)))))
Kral Malla hoş görülü bir kralmış ve göç eden hindular için kurmuş bu
tapınakları ve burada çok seviliyormuş bu kral. Malla’nın uzunca bir kaide üzerinde
bir heykeli var ve hemen arkasında bir kobra üzerinde de bir kuş sanki
gerçekmiş gibi duruyor. İşte bu sevilen kral bu kuş uçtuğunda yani doğal olarak
kobrada kımıldadığında tekrar dirilecekmiş. Ya da tam tersi önce kobra
kımıldadığında sonra kuş… Neyse.
Hemen karşısında
Krişna tapınağı çatısı güvercin kaplı. Onun yanında da Visnu tapınağı var ama
hiç kuş yok etrafında. Söylentiye göre bu tapınağın içinde canlıları öldüren
bir heykel varmış işte bu yüzden kuşlar yaklaşamazmış bu tapınağa ne kadar
doğru bilemiyorum ama ben de pek hoşlanmadım oradan.
Gezinin sonunda şirin
güleç rehberim önemli bir tankha okulunu gezmek için davet etti, burada satış
yapılmıyor bir şey almak zorunda değilsiniz diye de ekledi. Kanmadım ama öyle
nazikti ki ziyaret etmekte de sakınca görmedim.
Dersliklerde kızlı
erkekli gençler el dokuma keten olan tuallere thanka yapıyorlar. Bu biraz bizim
minyatüre benziyor. Sorumlu öğretici ressam odasına götürdü bizi ve bitmiş
thankaları gösterdi. Aslında Thanka stiliyle yapılmış mandalalardı bunlar.
Mandala en başlarda budist rahipler tarafından yapılıyormuş; fırça kullanmadan
taştan boyalar bir bıçakla yere yayılmış bez tuallerin üzerine sıyırılarak
resim spontal olarak ortaya çıkıyormuş. Her bir mandala eşsiz (kopyeleri yok)
oluyor ve yıllar sürüyormuş bitmeleri ve de daima dünya barışı için, sevgiyle
yapılırlarmış. Sonrasında da biten Mandala törenle nehre bırakılıyormuş; tuale
yapışık olmadığından toz boyalar hemen suya dağılıyor sudan tüm dünyaya
yayılıyormuş. Dokuz çeşit mandala varmış.
Eh bu kadar
dinledikten sonra bir tane satın almadan ayrılamazdım keseme uygun bir sevgi
mandalası da ben aldım.
Planladığım
ziyaretlerim bitmişti ve çok acıkmıştım, rehberle rikşayı bulmak üzere okuldan
ayrıldık hava puslu ve yağmaya devam ediyor. Yolda sadece kapısı olan derme
çatmadan beter bir lokanta gördüm nefis baharatlı yemek kokuları geliyordu.
İçerde iki ihtiyar yemek yiyor, üç erkek çocuğu masalar sandalyeler arasında
oynuyordu. İçerisi loştu ve girişteki toprak ocakta bir tencere kaynıyordu
rehberi de davet ettim ama o bana katılmadı, buranın pis olduğunu
hastalanabileceğimi söyledi.
Aldırmadım ona bu
yolculuğa çıkarken tanıdıklar yemekler konusunda yeteri kadar uyarmıştı beni
ama ben yemek yemeyi seven bir kadındım.
Karıştırdım içindeki
kepçeyle yemek kazanını bir cins mısır kaynıyordu ve yan tezgahta börekimsi
taze pişmiş yiyecekler. Metal küçük yemek çanakları kullanılıp şöyle bir sudan
geçirilerek üst üste dizilmiş tatlı kaşıkları aynı şekilde bir metal tepside
duruyor. Ben içeri girince çocuklar kıkırdamaya başladı bana bakarak ve
yaşlılar yer açtı. Tabaklardan birini alarak çantamdan çıkardığım kağıt
mendille sildim çocuklar işi azıtmış parmakla beni göstererek katıla katıla dalga
geçiyorlar ve her hareketim onların dalgalarını daha da artırıyordu. Maymun
olmuştum ama kim aldırır çocuk işte, pek de sevimliler arada bir dil çıkarıp
şaşı olarak iyice katılttım onları. Çantamdan eksik etmediğim kaşığımı
çıkararak çocukların gemi azıya almış kahkahaları arasında tıka basa karnımı
doyurdum, gerçi biraz zor oldu küçücük tabak, kaşıklarla, birkaç kez kalkıp
tabağımı doldurmak zorunda kaldım. Dilde anlaşamayınca kendi servisimi kendim
yapmama bir şey demediler. Sanki ilk kez bir yabancı orada yemek yiyormuş gibi
herkes beni seyrediyordu.
Rehberim kapıda beni
bekliyordu içeri bile girmeye tenezzül etmedi, biraz da bozulmuştu onun izni
olmadan burada yememe. Ona bu kadar lezzetli şeylerin birine dokunmasının
imkansız olduğunu söyledim. Ama bana küsmüştü.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder