1 Ekim 2016 Cumartesi

BİR HAYAT BİN BİR ANI





ANI 93

1 Ekim 2016


Nepal Katmandudayım  renkli giysileriyle boyalı yüzleri bellerine inen saçlarıyla Sadular gururla oturuyor lingamların önünde ve selamlaşıyoruz. 
Sadular günlük ihtiyaçları kadar dilenirlermiş çalışmak günah.

Rikşayla Swayambunath tapınağına gittim. Yolda misketleri duvardan sektirerek oynayan çocuklar “hello hello” diye sesleniyorlar ve hemen poz veriyorlar. 
Etraf tütsü kokuyor. Ciddi bir arama yaptılar tapınak girişinde ve Budanın altın sarısı kocaman heykeline ulaştım tepenin sonunda.

Bir odada metalden devasa dua çarkı etrafında daire şeklinde onlarca dua çarkıyla çevrelenmiş sırayla dokunarak döndürüyorlar ve dua mırıldanıyorlar sonrasında çanı mutlaka çalarak.

Etrafta bir sürü maymun koşturup duruyor buraya maymunlu tapınak da deniyormuş.

Bordo giysileri, usturaya vurulmuş, kafaları huzurlu yüzleriyle budist rahipler manzarayı tamamlıyor. Ben de uyuyorum onlara, dua çarklarını çevirip vuruyorum çana.

Beyaz bir kubbenin üstünde göğe yükselen stupanın altında dört bir yana bakan Buda’nın gören gözleri.

Kubbenin üstüne çıkarak dört bir yanı seyrettim bende evlerin çatıları balkonları renkli eşyalarını bir bir kaydederek zihnime.
Bir süreliğine güneş açmıştı içimi ısıtarak.

Bodhnat tapınağı yakındı, bir önceki tapınağın havası vardı biraz daha küçüktü sadece.

Bir çeşit resim sanatı tekniği olan Tankha bu bölgede yaygınmış hatta dünyanın en güzel tankhaları burada yapılırmış. Bir kaç okul kalmış bu geleneği sürdüren. Israrlara dayanamayarak küçük boyda maskeler ve iki duvar takvimi alıyorum el yapımı kağıttan.

Jaıpurdan yazıyorum , internet kafeyi birbirine kattı ufacık bir fare, ayağı kırılmış muhtemelen kaçamadı da zavallı sonra küçük bir kız aldı götürdü fareyi)))))

 Kral Malla hoş görülü bir kralmış ve göç eden hindular için kurmuş bu tapınakları ve burada çok seviliyormuş bu kral. Malla’nın uzunca bir kaide üzerinde bir heykeli var ve hemen arkasında bir kobra üzerinde de bir kuş sanki gerçekmiş gibi duruyor. İşte bu sevilen kral bu kuş uçtuğunda yani doğal olarak kobrada kımıldadığında tekrar dirilecekmiş. Ya da tam tersi önce kobra kımıldadığında sonra kuş… Neyse.

Hemen karşısında Krişna tapınağı çatısı güvercin kaplı. Onun yanında da Visnu tapınağı var ama hiç kuş yok etrafında. Söylentiye göre bu tapınağın içinde canlıları öldüren bir heykel varmış işte bu yüzden kuşlar yaklaşamazmış bu tapınağa ne kadar doğru bilemiyorum ama ben de pek hoşlanmadım oradan.

Gezinin sonunda şirin güleç rehberim önemli bir tankha okulunu gezmek için davet etti, burada satış yapılmıyor bir şey almak zorunda değilsiniz diye de ekledi. Kanmadım ama öyle nazikti ki ziyaret etmekte de sakınca görmedim.

Dersliklerde kızlı erkekli gençler el dokuma keten olan tuallere thanka yapıyorlar. Bu biraz bizim minyatüre benziyor. Sorumlu öğretici ressam odasına götürdü bizi ve bitmiş thankaları gösterdi. Aslında Thanka stiliyle yapılmış mandalalardı bunlar. Mandala en başlarda budist rahipler tarafından yapılıyormuş; fırça kullanmadan taştan boyalar bir bıçakla yere yayılmış bez tuallerin üzerine sıyırılarak resim spontal olarak ortaya çıkıyormuş. Her bir mandala eşsiz (kopyeleri yok) oluyor ve yıllar sürüyormuş bitmeleri ve de daima dünya barışı için, sevgiyle yapılırlarmış. Sonrasında da biten Mandala törenle nehre bırakılıyormuş; tuale yapışık olmadığından toz boyalar hemen suya dağılıyor sudan tüm dünyaya yayılıyormuş. Dokuz çeşit mandala varmış.
Eh bu kadar dinledikten sonra bir tane satın almadan ayrılamazdım keseme uygun bir sevgi mandalası da ben aldım.

Planladığım ziyaretlerim bitmişti ve çok acıkmıştım, rehberle rikşayı bulmak üzere okuldan ayrıldık hava puslu ve yağmaya devam ediyor. Yolda sadece kapısı olan derme çatmadan beter bir lokanta gördüm nefis baharatlı yemek kokuları geliyordu. İçerde iki ihtiyar yemek yiyor, üç erkek çocuğu masalar sandalyeler arasında oynuyordu. İçerisi loştu ve girişteki toprak ocakta bir tencere kaynıyordu rehberi de davet ettim ama o bana katılmadı, buranın pis olduğunu hastalanabileceğimi söyledi.
Aldırmadım ona bu yolculuğa çıkarken tanıdıklar yemekler konusunda yeteri kadar uyarmıştı beni ama ben yemek yemeyi seven bir kadındım.

Karıştırdım içindeki kepçeyle yemek kazanını bir cins mısır kaynıyordu ve yan tezgahta börekimsi taze pişmiş yiyecekler. Metal küçük yemek çanakları kullanılıp şöyle bir sudan geçirilerek üst üste dizilmiş tatlı kaşıkları aynı şekilde bir metal tepside duruyor. Ben içeri girince çocuklar kıkırdamaya başladı bana bakarak ve yaşlılar yer açtı. Tabaklardan birini alarak çantamdan çıkardığım kağıt mendille sildim çocuklar işi azıtmış parmakla beni göstererek katıla katıla dalga geçiyorlar ve her hareketim onların dalgalarını daha da artırıyordu. Maymun olmuştum ama kim aldırır çocuk işte, pek de sevimliler arada bir dil çıkarıp şaşı olarak iyice katılttım onları. Çantamdan eksik etmediğim kaşığımı çıkararak çocukların gemi azıya almış kahkahaları arasında tıka basa karnımı doyurdum, gerçi biraz zor oldu küçücük tabak, kaşıklarla, birkaç kez kalkıp tabağımı doldurmak zorunda kaldım. Dilde anlaşamayınca kendi servisimi kendim yapmama bir şey demediler. Sanki ilk kez bir yabancı orada yemek yiyormuş gibi herkes beni seyrediyordu.

Rehberim kapıda beni bekliyordu içeri bile girmeye tenezzül etmedi, biraz da bozulmuştu onun izni olmadan burada yememe. Ona bu kadar lezzetli şeylerin birine dokunmasının imkansız olduğunu söyledim. Ama bana küsmüştü.





Hiç yorum yok :

Yorum Gönder